17 Şubat 2009 Salı

eldeki taş izlerinden 40 yıl cezaya çarptırılmak ve bunalım ve mutluluk üzerine notlar

burada oluyor...

yaşadığım şehirde, gördüğüm, bildiğim "çocuklara".

kameralarıyla çekiyorlar bir de... ellerini açtırıyorlar, cetvelle sıra dayağına sokulmuşlar gibi... halbuki cetvelle sıra dayanağına çekenlerin amacı dahi "çocuklar" a iyilik. ama onların öyle değil, yok etmek, silmek, "taksim'de sallandıracaksın iki tanesini, bak bir daha yapıyorlar mı" önlemi.

elinde taş izi varsa eğer, suçlu. hangimizin elinde taş izi olmadı ki? (bilmeyenler, çocukluklarını anımsamayanlar, çocuklarını tanımayanlar için hatırlatma: koşarken yere düşersin, betona. burnuna bir koku gelir hatta, ellerin yanar, -kartopu oynadıktan sonraki gibi değil de daha can acıtısı- bakarsın ellerine, beyazlaşmış bazı yerleri, hatta kimi yeri açılmış, beyazlığın yanında kırmızı bir sıvı. işte o iz. kan isteğe bağlı.) hangimiz suçlu değiliz ki? polisle eyleme giren bu çocuklar yakalandıkları zaman, suçlu oluyorlar. onu yaşatmakla, eğitmekle yükümlü devlet, "ellerinden" alıyor haklarını. ve israil'e taş atan filistin çocuklarına ağlarken, yardım ederken, o çocuklar için yaygaralar koparırken, bizimkileri suçlu buluyor.

ikiyüzlülük

geçen yılda aynı şeyler yaşanmıştı bu kentte. arabayla önünden geçiyordum olayların, üstüme doğru koşan, şu zamanlarda çok popüler olan puşileri, atılan göz yaşı bombalarından kendilerini korumak için takan çocuklar koşuyorlardı üzerime. park edip arabayı onların arasına karışmak istedim. onlarla beraber kaçmak istedim. neyden ve neden, hangi amaç uğruna kaçtığım önemli değildi. yapmadım. devam ettim yola. bir panzer kesmişti yolu. oraya çıkan bütün yollar kapalı olmasına rağmen nereden girdiğimi bilmeden karışmıştım aralarına. bir polis duruyordu panzerin önünde. her zaman korkmuş olduğum polise bilmediğim bir özgüvenle, kuşkusuz kaçan çocuklardan aldığım coşkuyla, arabanın camından çıkıştım; "kardeşim, açsanıza yolu, burada beklemek zorunda mıyım?". "peki, beyefendi" dedi çekinerek. beklemediğim bir cevaptı, panzere seslendi, panzer yolu açtı. lakin aldığım cevap kuşkusuz altımdaki arabayaydı, giydiğim şık cekete, taktığım "entel" çerçeveli gözlüğeydi. muhtemelen benden önce önemli birileri çıkışmıştı da yoğurdu üfleyerek yiyordu.

ikiyüzlülük.

hiçbir farkım yoktu o çocuklardan, hatta işledikleri suçu işlemeyi ben de "düşünmüştüm". hiçbir farkım yoktu o çocuklardan; arabam, şık ceketim, entel çerçeveli gözlüğüm dışında.


bunalım, cevaplarını bilmediğin, bilemediğin soruları sormaktır kendine. zaten bir kere bir sorunun cevabını bulmuşsan, geri dönmüyorsun daha. o sorular yiyip bitirmektir kendini. etrafta var olan bütün olumsuzluklara daha fazla kafayı takmak, kendinden kötü halde olanları görüp onların yerinde olabileceğini düşünmek ve buna üzülmektir. özgüvenin yerle bir olmasıdır. üzülmek dışında birşey yapamamaya üzülmektir. mutluluğun tersidir.

mutluluk, mutlu olmanın hayalini kurmaktır. zaten hiçbirimiz yeteri kadar mutlu olamayacağız. park yeri bulunmayan bir semtte, park yeri bulmaktır.

defter

eğer gerçekten ölümümden sonra bedenimle ne yapılacağını umursuyor olsaydım, attığım her adımla ıslak bir pamuk gibi şekillenen beyaz plaj k...